— spoiler — film, kuytu köşede kalmış bir köy okulunda bile insanın, bir diğeri üzerinde güç-otorite devşirme yarışında olduğunu ve bunu kıskançlık ve kibirle alevlendirdiğini gösteriyor. samet’in sevim ile ilişkisine şahit olduğumuz anlar, başından itibaren, dışarıdan izleyen göz için rahatsızlık verici bir düzlemde. filmin sonlarına kadar da, öğrencisine cinsel istismarda bulunup bulunmadığı konusunda da ikilimde kalıyoruz (buraya döneceğim) samet, nurayla tanıştıkları gün, nuray’ın taşrada kalmak istediğini söylemesinden sonra, aralarında bir şeyin olamayacağına kanaat getirip, kenanla birbirlerine daha uygun olduğunu düşünüp, ikisini tanıştırıyor. fakat ikisinin iyi anlaşma potansiyellerini görmesi ve nuray’ın engelinden dolayı istediği her yere tayin olabileceğini öğrendiğinde işler değişiyor. kenan’ın umduğundan hızlı çıkmasından ve nuray’a iyi gözükmek için verdiği cevaplardan dolayı bozulduğu bariz ortada. okuldaysa farklı güç dengeleri mevcut. en kıdemli öğretmen olmasından dolayı müdür olması beklenen kenan’ın yerine, çok sonradan okula gelen bir öğretmen müdür oluyor. kadın öğretmenler ile samet’in mektup üzerine yaptığı tartışmadan anlıyoruz ki, samet’ten pek hazedilmiyor. ev arkadaşı kenan dahi içten içe, öğrencilere hediye vermesinden ve onlara farklı şekilde yaklaşmasından başından beri rahatsız fakat bunu hiç dile getirmemiş. ta ki bu dengeler, sevim ve arkadaşının taciz suçlamasında bulunması ile bozulana kadar. tam da burada, kurumların en tepesindeki siyasilerden bürokratlara; öğretmeninden öğrencisine, tam bir ‘insan’ portresi çizimi izliyoruz. bunu da türkiye coğrafyası üzerinde yaşayan insanların duygu ve durumları, hayata bakışı ve duruşlarıyla gözler önüne seriyor. öğretmenlerin odadaki tartışmasından anlıyoruz ki, olay sadece o olayla sınırlı değil. hangi sendikaya üye olup olmadığına kadar gidiyor konu. kenan diyor ki, ‘yönetmeliği bırak şimdi.’ müdür kenan’a diyor ki, ‘sen müdür olamadın diye böyle yapıyorsun.’ bu her zaman böyledir. ikili ilişkilerde verilen tepkiler hiçbir zaman mevcut olayla sınırlı değildir. massive bir olayla patlak verir ve tüm taşlar dökülür. bizim gibi, hiçbir şeyi açıkça konuşamayan toplumlarda yıkıcılığı da bir o kadar büyük olur. samet bu taciz suçlamasından kendini aklamak için, gece yarısı tolga’nın evine gider. bir yandan da olaylar hakkında insanların ne düşündüğünü öğrenmeye çalışmaktadır. tolga’nın, aslında kenan’ın suçlu olduğunu, samet’in yanında yaş yandığını düşündüğünü söylemesiyle, samet kendi içinde gerçeği evirip, tolga ile aynı fikirde olduğunu göstererek masumları oynar. (bence burada, kendi iç dünyasında, nuray ile kenan’ın arasındaki ilişkiye çomak sokmak için aradığı sebebi bulur. çünkü en yakın arkadaşı ve ev arkadaşı olarak bunu, yaratacağı böyle bir sebep olmadan yapabilecek cesareti yoktur.) her şey olup bittikten sonra eve gelip bunu ballandıra ballandıra anlatırken kenan’a çektirdiği acıdan büyük bir zevk alır. gelelim samet’in sevim ile olan ilişkisine. filmin sonlarına kadar, böyle bir şeyin olabileceği konusunda şüpheliydim fakat sametle sevim’in karne günü odada yaptığı konuşma ve sonrasında samet’in seslendirdiği mektup bu ihtimali ortadan kaldırıyor. samet’in sevimde bulduğu/gördüğü şey sapıkça ya da cinsel bir arzudan ziyade, samet’in coğrafyasından insanına kadar nefret ettiği bir yerde, saflığı ve zekasıyla, asiliğiyle ona umut olan ve tüm öğrencilerinin arasında bir şeyleri başarabileceğini düşündüğü kişi olması. (nuray’ın evindeki tartışmada nuray’ın, ‘sen eleştirmekten başka ne yapıyorsun?’ sorusunun olumlu cevabı aslında)
bunun için ne kadar çabalasa da, karşısındaki küçük kızı yetişkin biri olarak görüp, onun yeşermesi için çaba harcasa da, yetiştiği yerin şartlarından pek de ileriye gidemeyeceğini anladığında umudunu yitiriyor. (dağa çıkarken bahsettiği kuru otları gördüğünde aklına sevim’in gelmesinin sebebi de bu bence.) ömrünün yarısının geçtiğinde içinde bulacağı tek şeyin bir çöl olacağını söylemesi de buna delil olabilir. bir öğretmenin, öğrencisine olan bu romantik(aşk anlamında değil) ve umutlu saf bakışının da, erzincan’da öğretmenlik yapmış olan ve filmin senaristlerinden akın aksu’nun tecrübelerine dayandığını düşünmekteyim. filmde neredeyse her sahnede yalnızca bir ışık kaynağı olması ve oyuncuların sadece yüzlerini aydınlatıyor olması harika bir görsel şölendi. her bir sahne, rembrandt ve caravaggio’nun tabloları gibiydi. özetle, umutla umutsuzluk, iyilikle kötülük, güzel ile çirkin hep yanyana. bıçak sırtı. samet’in umutları, beklentileriyle, günün sonunda bizim samet’i gördüğümüz kişi çok farklı uçta. — spoiler —