karakomik filmleri izlediğimde, her filmin uzun metraj olacak potansiyele sahip olduğunu düşünmüştüm. do not disturb, cem yılmaz’ın komedi dışında söyleyecek çok şeyi olduğunu, olgunluk döneminde bu tür yapımlara yönelmesi gerektiğini kanıtlayan bir film olmuş. film beni etkiledi. çünkü, hem günümüz insanının hem de biraz daha eşelediğinde ülkemizin bence büyük problemi olan, haddini bilmemek, kim olduğunu bilmemek ve genel olarak hiçbir şeyi tam olarak bilmemekle, bildiğini sanan bireyin kendinden eminliği arasında toplumca anlaşamamayı alegorik diyebileceğimiz bir şekilde işlemiş olması. cem yılmaz’ın bu meseleyi uzun yıllardır bir şekilde dillendirdiğini düşünmekteyim. ‘eğitim şart’ repliğiyle başlayan, ‘bizim toplumda bilmiyorum diye bir şey var mı? faruk eczanesi’ ile devam eden, röportaj ve programlarında mizah dışı konularda değindiği bu olgunun tam anlamıyla ele alınması ve bunu da günümüz sosyal medya herbokologları üzerinden yapıyor olması, dört başı mamur bir toplum eleştirisinin zirvesi. film beni etkiledi. çünkü, sosyal medyada herkesin her şeyi biliyor gibi gözükmesi ve bunu tek doğruymuş, hayatın bilgeliğine ulaşmış bir tavırla sergiliyor olması beni de çok rahatsız ediyor. 16-17 yaşındaki kız tiktok’ta, ‘ilişkilerde dikkat edilmesi gereken 5 madde’ videosu çekiyor, bir diğeri kadınları çözmüş ve şu şöyle olmalı, her kadın aslında böyledir genellemeleriyle kanaat önderi kesiliyor. borsada iki hisseden kâr eden adam para kazanmak hakkında fikirlerini paylaşıyor. yahu yeter! hayat gerçekten, bu kolaylıkta, yaptım ve oldu denebilecek kadar basit bir şey mi? mizahından dinine, ilişkilerinden ekonomisine, önüne kaliteli bir mikrofon koyan kişi kendini ilahmış gibi pazarlıyor. bir de bu kitlenin alıcısı var. o kişi de zaten filmde gördüğümüz ayzek. bağlamsız, ucu açık ve gerçeklikten tamamen uzak cümleleri ezberleyip, hayatını bununla şekillendirmeye çalışan; bu kadar ‘bilgi’ kalabalığında tutunduğu dalın en doğru olduğuna inanan; yönünü tayin edememiş milyonlarca insan var ve bunları bir güzel sağan periler var. gibi dizisinden bir alıntıyla özetlemek isterim: “kimsenin hiçbir şey bilmediği yerde bir insan her şeyi bilebilir.” bir de anlaşamamak meselesi var ki, başta bahsettiğim, ülkemizin sorunu olan ve daha derin bir mesele olan olgu. profesör ile suhal’in bilişsel düzeyiyle, ayzek ve davutun düzeyi. gerçek ışığı görmüş insanla, yalnızca gölgeleri görmüş insanlar. bunu toplumda, dünyadan bi haber-komplo teorilerine inanan-sorgulamayan insanın, eğitim görmüş-hayatın gerçeklerinin farkında-kim olduğunun farkında olan insanı aşağılamasında görebiliriz. eski türk filmlerinde köylü-öğretmen çatışmalarında görebiliriz. şu an yaşadığımız üzere, konumu hak edecek insanlar iş bulamazken, torpille o yeri kapanların arasında görebiliriz. ve herkes, yani bunun farkında olamayan davut gibiler durumdan şikayetçi değiller. şikayetçi olanlar da, profesör gibiler, bu soruna çare bulamamaktan dolayı yorulmuş ve köşelerine çekilmişler. yani, ‘vasat’a’ mecbur kalmış bir şekilde hayatlarımızın iyileşmesini bekliyoruz. mutluluğu arıyoruz. ayzek gibi. aradığımız yerse doğru yer değil. ayzek burada, halktaki örneklerinden sıyrılıp, yardım çığlığı atıyor. profesöre, ‘beni de yanına al’ diyor. bunun böyle, bir el şıklatmakla olabileceği inancında. doğu insanının bir mucizeyle her şeyin değişmesini beklemesi gibi, ya da atatürk gibi bir kurtarıcının tekrar gelip ülkeyi adam etmesini beklemek gibi. kimse sorunun asıl derininde yatanıyla uğraşmak istemiyor. tıpkı ayzek’in iki video izleyip, yediklerine dikkat etmesiyle, insanlar tarafından önemseneceğini düşünmesi gibi. işin kötü yanı, profesör de anlaşılamamaktan muzdarip, ayzek de.