Doğaya dair hiçbir şeyin olmadığı, endüstrileşmenin her yeri ve her şeyi çepeçevre sardığı; toplumsal hiyerarşinin ve kuralların, insanların duygularını esir alıp robotlaştırdığı, spontanlığa yer bırakmayarak, ikili ilişkilerde olması/gösterilmesi gerekenler dışında hiçbir şeye müsaade etmeyen, kullandığı dış öğelerle ve kıyafetlerle 60’larda geçtiğini düşündüren fakat günümüz teknolojisini de barındırarak zaman kavramını eğip büken distopik bir evrende (ve bu evreni kurarken tamamıyla hayatın kendisinden ilham alarak yapan) verilen rollerin dışına korkarak çıkmaya çalışan bir çiftin ilişkiye başlama dönemi üzerinden sinema türlerinin tüm ayırt edici özelliklerini kullanarak oluşturulan melez bir yapıyla günümüz toplumuna getirilen bir eleştiri.
Uyulması gereken kurallar toplum üzerinde kendini o kadar hissettirir ki, markette, son kullanma tarihi geçmiş bir sandviç için yapılacak tek şey çöpe atılmasıdır. İhtiyacı olan birine verilmesi bile işten atılma sebebidir. Bu durum ikili ilişkilerde de kendini gösterir. Filmdeki diyalogların neredeyse tamamı ironi ve kinaye barındırırken, oyuncular bunları o kadar ruhsuz ve duygusuz söylüyordur ki, söyledikleri şeyler kendisinden beklenen bir görevmiş gibi hissettirir. Filmdeki tüm figüran davranışları da öyle. Ve yönetmen de filmi oluştururken buna uymak zorundaymış gibi kurguyu bilerek, bir zorunlulukmuş gibi yaptığını belli eder.
Her şey kalıplara hapsolmuştur ve doğaya dair neredeyse hiçbir şey görmeyiz. Buna ışık da dahildir. Neredeyse her sahnede kullanılan ışık, tıpkı kurulan bu evren gibi insana uzak ve yapaydır. Ana ışığın dolgu ışığa göre çok daha fazla kullanıldığı ve kontrast, koyu gölgeler ve aydınlık karanlık karşıtlığını ortaya çıkaran bu ışık kullanımı da aslında, klasik Hollywood sinema anlatısına bir eleştiri olarak ortaya çıkan, bilinen bir izleği izlemek yerine ters köşeler, karanlık sokaklar, gece çekimleri, umutsuzluk ve belirsizlik barındıran Film Noir olarak nitelendirilen filmlerin en belirgin özelliğidir. Film bunun gibi, birçok sinema türünden ödünç aldığı öğelerle anlatısına, o türlerin var oluş sebeplerinden aldığı güçle, zenginlik katmış.
Film eski bir dönemde geçiyor hissi yaratırken, radyoda duyduğumuz Ukrayna – Rusya savaşına dair haberlerle günümüzde geçtiğini düşünürüz fakat bir yandan da bu haberlerin aslında ne kadar da eskiye ait bir şey olduğunu hissederiz. Bu kadar gelişmeye, ilerlemeye rağmen insanlık olarak hâlâ bir adım ileri gidemediğimizin bir eleştirisidir.
Yönetmen bu eleştiriyi, filmden çıkan iki yaşlı adamın arasında geçen diyalogta, izledikleri zombi filminin, Robert Bresson’un Bir Taşra Papazının Güncesi adlı kült filmini anımsattığını söylemesiyle bir adım ileri taşıyarak, aslında günümüz insanının ne kadar vasatlaştığını göstermeye çalışır.
Tüm bunların dışında filmdeki renk ve ışık kullanımı, görüntü yönetmeninin çıkardığı iş harika.