Doğa boşluk kabul etmez. Duygular ve Düşünceler de. Hayatı algılayışımız ve ona dair yaptığımız çıkarımlar ruh halimizi belirler. Mesele sadece uyuşturucu ve zararları değil, uyuşturucuya kendini bırakmadan önce tüm yaşanılanlar.
Filmin bir kesitinde ailesiyle olan ilişkisini düşündüğünde söyledikleri, boşluğun içinde yönünü tayin edemeyen bir genç insanın, o boşluğu uyuşturmakla doldurması ve ulaştığı noktada hiçbir şeyin hiçbir anlam ifade etmemesi.
İnsanın hem şansı hem de potansiyel kötü talihi olabilecek şey: Seçeneklerin Bolluğu ve bunların arasında en iyi olanı tercih etmekteki yeteneksizliği. (Meraklısına kitap: Bolluk Paradoksu, Barry Schwartz)
Kahramanımız izole bir hayata mecbur olduktan sonra tekrar halkın arasına karışır ve hayallerine, mutluluklarına, mutsuzluklarına kulak misafiri olur. Belki de son çırpınışı olarak görebileceğimiz şey, işe başvurmasıdır fakat çabalamanın anlamsızlığına yeniden varır. Düştüğü boşluktan çıkmanın hiçbir anlam ifade etmeyeceğini görerek hayatını sonlandırır. Bu anlamda modern bir klasik diyebiliriz fakat film bir noktada kendi içinde boşluğa düşüyor. Son otuz dakikada yaşananlar filmin ana fikrine hizmet etmemeye ve bitse de gitsek moduna girmeme sebep oldu. Arkadaşıyla sohbetleri ve ailesi hakkında belirttiği görüşlerin doygunluğuyla, son kısmın anlamsızlaşmasını, kahramanın hayatıyla bağdaştırabiliriz belki.
Cafede otururken, bir kızın hayatta gerçekleştirmek istediği şeyleri sayarken Anders’in ruh halini, Bir Zamanlar Anadolu’da filminde katilin muhtarın kızını ve onun güzelliğini gece karanlığında loş ışıkta gördüğünde ve ağlamaya başladığındaki ruh haline benzettim. İkisinde de, tüm güzellikleri artık yaşayamayacak olmanın, hayatı kaçırmış olmanın hayal kırıklığı vardı.