Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filmiyle ilgili sorulan bir soruya verdiği. cevapta, ”Mutluluğun başka yerde olduğu avuntusu çoğumuz için geçerlidir. Hayatımızdan memnun değilsek, nerede olursak olalım, başka bir yerde olabileceğimiz avuntusu bize iyi gelir.” der. İkili ilişkilerde de, karşımızdaki kişi, her anlamda, ne kadar ‘iyi’ de olsa, özellikle 18. yüzyıldan sonra hayatımıza giren romantik bakış açısı, kadın-erkek ilişkileri ve evliliklerdeki beklentileri mantıktan çok, duygusal ve hissel olarak özdeş olabilme halinin en yüce olgu olduğu; bir yerlerde her şeyiyle seni anlayacak ve bütünleyecek ruh eşinin var olabileceği ihtimalini zihnimizin bir yerlerine yerleştirdiğinden, bunu ne kadar imkansız da bulsak, çocukca bir saflıkla, ‘ya öyle biri varsa’ sorularını kendimize sorarız.
‘Mutluluğun başka yerde olduğu’ avuntusu, ‘mutluluğun başka kimseyle daha fazla’ olabileceği ihtimaliyle kardeştir. Özellikle günümüzde bu ihtimal, iletişim imkanlarının gelişmesiyle birlikte, ilişkilerin başlıca düşmanı. Karşıdaki kişi ne kadar iyi olsa da, ‘daha iyisini’ bulabilme ihtimali hep ceptedir. Bu anlayış da, kusursuz anlaşabileceğin bir ruh eşinin var olduğu fikrinin, günümüz imkanlarıyla birleşince, içinden çıkılmaz bir huzursuzluk hissi ve yanındakiyle mutlu olabilmeyi becerememe hali yaratıyor. Eğer yalnız isen, ‘o’ kişinin var olduğunu ve bunca imkana rağmen bulamamanın verdiği huzursuzlukla başbaşa kalıyorsun. Modern insanın çıkmazlarından biri.
Oyun, aşk ve iki kişinin ‘o’ kişiyi arama serüvenini gerçekle hayal arasında, çoğunlukla romantik ama yer yer de gerçeklerle yüzleştiren; parmak kuklasıyla çocuksu bir saflığa giriş yaparken, nargilecideki abinin söyledikleriyle kim olduğunu ve neyi aradığını sorgulatan; ‘işte mutlu son’ dediğimiz bir anda kibarca kafamıza vurup, hayat böyle bir şey değil diyen; başından itibaren bir arayışta olup seyircinin önüne düşen aşk hikayesinin peşindeyken, sonunda ‘düş’ kelimesinin ‘rüya’yı ikamelediği yere evrilen bir hikaye.
Oyun, romantik komedi klişesiymiş gibi başlarken, iki saat içinde sizi çok daha derin bir yere getiriyor ve bunu gerçekten harika oyunculuklarla yapıyor. Oyunda bir an olsun tempo düşmeden, ruh halinden ruh haline bürünen Ayça Hanım ve Fatih Bey gerçekten harikalar yaratıyor. Yorumlarda yazılan çocuk oyunu vb. söylemlerine aldırmadan, anlatış biçiminin çocuksuluğunu bir anlatım şekli olarak ciddiye alıp, oyunun genelinde neye hizmet ettiğini anlarsanız, aslında bunun ne kadar zor ve benzersiz işlerden biri olduğunu görebilirsiniz. İlişkiler ve anlam arayışı gibi ciddi konuları yetişkinlere çocuksu bir saflıkla sunabilmek ve bunun dozunu ayarlayabilmek bir başarı.