Seni anlatıyorum İran Şahı, güzel ülkemin insanı sen anla!
Coğrafyalar değişse de, güç sahibi ile güce boyun eğmek zorunda kalan arasındaki ilişkilerin yozlaşmış hali hiç değişmiyor. Bir nevi, günlerce beklemiş her ekmeğin yeşil küfle kaplanması gibi, değişmez bir kanun.
Halkını hiç düşünmeyen ve kendi tahtını korumak için her türlü yola başvurmayı meşru gören bir şah veya halkını düşünüyormuş gibi yapıp, manipüle ederek koltuğunu kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yapan bir parti lideri. Yönetim biçimleri, zaman, coğrafya fark etmeksizin yaşanan aynı senaryo. Sadece isimler değişik.
Oyun, sadece İran Şahı Rıza’nın değil, onun iktidarı ve halkla ilişkisi üzerinden tüm muktedirlerin karakomik bir eleştirisi. Bu öyle biri ki, cinsellikten başka bir şey düşünemeyen, içinde bulunduğu durumun farkında olamayan ve sonunda cehennemi boylayan, kelimenin tam anlamıyla ‘aşağılık’ birisi. Şah’ın portresi kendi başına bir eleştiri unsuruyken, asıl eleştiri ise, yazarın oyundaki vücut bulmuş hali olan, kendi ülkesinde ve yakın coğrafyada herkes tarafından tanınan, bırak şahı, kendi şiirleriyle dinin eleştirisini yapmış biri, Ömer Hayyam aracılığıyla yapılıyor. Oyun, herkes tarafından ne anlam ifade ettiği bilinen ikonik simgeleri harika bir biçimde kullanıyor ve bunlarla ortaya çıkardığı mizahı katman katman örerek bir sonraki sahneye ustalıkla temel yapıyor. Dilin kullanış biçimi ve sınırlarını zorlaması harikaydı. Bence oyun bu yönüyle, Türkçe yazılmış tiyatro oyunları arasında benzersiz bir yere sahip. Orta oyunu geleneğinin unsurlarından biri olan karşılıklı atışma ya da hazırcevaplık ile dilin bu şekilde kullanılması, oyunu Türkçe’yi bilen herkesin keyif alacağı bir sahne şovuna çevirmiş. Oyunculukların hepsi üst düzeydi.
Biri bana, her şeyiyle, geleneksel Türk sahne oyunu var mı diye sorsa, hiç düşünmeden bu oyunu izlemesini öneririm.