Ülkeler kültürler değişiyor fakat mücadeleler hep aynı. Güçsüzün güçlü karşısındaki var olma savaşı geçmişte krallar ve sultanlara karşı verilirken, günümüzde serbest piyasaya ve patronlara karşı veriliyor. Oyun tam da, ikinci dünya savaşının bitiminden, altmışlı yılların sonuna kadar olan ve emekçi kesimin refahının zirvesini yaşadığı yılların bitiminde, neoliberal politikaların ayak seslerinin duyulduğu bir dönemde 1974’te yazılmış. Bu anlamda, aslında tüm avrupayı ve 24 Ocak kararlarıyla hayatımızı baştan aşağı değiştiren Neoliberal politikalardan etkilenen herkesi kapsayıcı ve üzülerek görülüyor ki hâlâ güncelliğini yitirmemiş ve herhalde hiçbir zaman yitirmeyecek bir mesele. Özellikle günümüz Türkiye’sinin güncel ekonomik sıkıntılarını da göz önünde bulundurduğumuzda, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla şeklinde, aslında tiyatro alanında bir tür Eylem’e dönüşen, ağlanacak halimize güldüğümüz bir çeşit protest iş. Metindeki söylenenler izleyicide o kadar karşılık buldu ki, Yasemin Yalçın’ın tüm tiratları alkışlandı. Alınan siyasi kararlara eylemle karşılık verme kültürü olmayan ve sandık dışında demokrasiye katılımı neredeyse minimumda tutan toplumumuz için bir tür kendini ifade etme işlevi görüyor. Metnin iyi mi kötü mü oluşu değil, akılda kalan bu ve Yasemin Yalçın ile İlyas İlbey’in geçmiş oyunculuk mirası ve performansı akılda kalıyor.
Oyunun mizanseninde bulunan, oyunculukların abartılı bir şekilde ve biraz safça oynamalarının sebebi, sanıyorum bu kadar ciddi bir konuyu komediye çevirebilmek için gerekli bir şey. Çünkü bunları çıkardığınızda ortada hiçbir komik tarafı olmayan, hayatın tam ortasındaki ağır bir mesele kalıyor. Oyun, tiyatronun herhalde en klasik güldürü unsuru olan yanlış anlamalar ve seyircinin de ortak olduğu, bir karakterin, olan komik şeylerin farkında olmaması komikliği üzerine kurulu. Bu durum, bu metni işler hale getirirken, seyirciye de bir yandan; hayatında yaşadığı gerçeklere, daha üstün bilişsel bir konumdan bakabilme fırsatı sunuyor. Tıpkı bir kedinin uzun bir ipi çekiştirdiğinizde peşinden koşup onu yakalamaya çalışması gibi. Kedi onun hareket eden bir av olduğunu düşünüp peşinden koşar ve biz daha üstün bir zekayla onun gerçek olmadığını bilerek, kedinin peşinden koşturmasını komik buluruz. Oyunda da olan şudur; işçiler sıkı bir komünist ve sisteme karşı yekvücut olduğunu düşünen, kurallara uyarak yaşamayı bir erdem sanan ve herkesin de buna uyduğunu düşünerek, kural koyucuların tüm halkın çıkarına hareket edeceğini varsayarak çözüm bulacaklarını uman, kendince gerçeği gören fakat tamamen ıskalamış kişilerdir. Olaylar o kadar çığırından çıkar ki, seyirci olarak, ‘bu kadar da saf olma be kardeşim’ deriz. Aslında o kişi bizizdir.
Oyun bu yönüyle ve Yasemin Yalçın’ın harika enerjisi, İlyas İlbey’in klas oyunculuğu ve diğer iyi oyunculuklarla izlemeye değer fakat bazı yerlerde aynı konunun etrafında dönüyor gibi hissetmesi, yer yer uzadığını düşündüren noktalarıyla dört dörtlük bir durumda değil. Yukarıda yazdığım sebeplerle oyunu hiç beğenmeyen, ana fikri sebebiyle çok sevecek olan kişiler olacaktır fakat ben kendi adıma Yasemin Yalçın ve İlyas İlbey’i çocukluğumda izlemiş ve gülmüş biri olarak canlı izlemek istedim. Keyifliydi.