Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ve özelinde Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün de hayranı olarak büyük beklentiyle gittiğim ve beklentimi karşılayan; Serkan Keskin’in tek başına harika bir iş çıkardığı oyun.
Kitabı okumamış olanlar için ızdırap verici ve sürekli değişen karakterlerle bir karmaşaya yol açıp, can sıkıntısına neden olabilme potansiyeline sahip. O yüzden, kitabı okuyup, oyunu öyle izlemek en iyisi.
Sahnede, ayna formundaki ekranda, oyundan önce salonu dolduran seyircilerin yansıtılıyor olması bilinçli bir tercih miydi bilmiyorum ama, Hayri İrdal’ın iç hesaplaşmalarının aslında hepimizi ilgilendiren bir özü olduğu ve pay çıkarmamız gerektiği izlenimi uyandırdı.
Sahneye eşyaları ve kıyafetleri taşıyan raylı sistemin ve Serkan Keskin’in de sahnede sürekli hareket halinde olması, bir noktada, mekanik bir saatin çalışma prensibini çağrıştırmakta.
Daha önce kullanılan bir teknik olup olmadığını bilmemekle birlikte, daha önce videoları çekilmiş ve ayna-ekranda yansıtılan, tüm rolleri yine Serkan Keskin’in oynadığı sahnelerin üzerine, Serkan Keskin’in büründüğü karakterin gözümüzün önünde kanlı canlı belirmesi, hem oyunun çekiciliğini artırmış hem de olağanüstü bir performans gerektirmesi hasebiyle salt hayranlık uyandıran bir forma bürünmüş. Performansın ne kadar zorladığını, Serkan Keskin’in oyun bittiğinde alkışlanırken ki halinden anlayabilirsiniz.
İçeriğe gelirsek; oyun, romanın özünü barındıran, kompakt bir hali gibiydi. Hayri İrdal’ın çocukluğundan, enstitüye kadarki kısmı daha uzun olsa da, bilinçli bir tercih olarak sandığım, oyunun doğu-batı, geleneksel-modern arasındaki gerilimden çok, Hayri İrdal’ın iç hesaplaşmasının ön plana çıkarılma isteğinden kaynaklandığını düşündüm. Öncelikli, Topluma değil de bireye odaklanan, bunu yaparken zaman ve mekanın insan olmadan var olamayacağı çıkarımını vurgulayan, toplum olmadan önce birey olmayı önceleyen, iyi bireylerin iyi toplumlar yaratacağına inanan bir anlayış söz konusu.
Hayri de tıpkı bozuk bir saat gibi, hayatını bir türlü akışa uyduramamış, sürekli tekleyen, çevresindekilere özenirken, içindeki cevherin farkına bir türlü varamayan; onun yerine farkına varmış kişilerin de elinde oyuncak olup, sonsuz bir ıstırapla sükut-u hayale uğrayan; olmadığı kişiymiş gibi davranmaya zorlanıp, aslında o kişinin kendi olmadığını içten içte bilmenin hüznüyle, elde ettiklerinin sağladığı konfor alanından çıkmayı beceremeyen, geçmişiyle sorunlu ve ondan hazzetmeyen ama bir yandan da ondan kopamayan; çevresindekilerin miş gibi yapmasına karşılık vermek zorunda kalan ve her şeyden zoru da, bunların tamamen farkında olması.
Olmuşla olmamışlık, geçmişle şimdi arasında tam olarak ne olduğunu bilmeden debelenip durmanın, aslında Hayri’nin benliğinde vücut bulmuş bir ülkenin kendini bulma serüveni.
Böyle büyük bir meselenin böyle bir edebi dille, bizim dilimizde, harika bir roman ve sonrasında bu güzellikte, bu performansla bize aktarılabilmesi gurur verici. Oyunda emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.