Cırcır Böcekleri İtler ve Biz

Sanayileşmenin başlaması, ulaşım ve mal dağıtım imkanlarının gelişmesiyle birlikte kısıtlı verimli topraklarda yaşamak zorunda kalmayan ve geçimini sağlamak için yeni kurulan, etrafı burgus (Kale burcu demek. Burjuva yani kentsoylu’nun latince kökeni) ile çevrili kentlere göç eden insan, belki de ilk defa doğasına bu kadar uzak kalacağı yere ilk adımını atıyor. Burçlarla çevrili bu alanda, köyden tamamen bağımsız, farklı emek-sermaye biçimleri, ikili-girift-ilişkiler, saat-dakiklik kavramı, fabrikada çalışmak zorunda olan işçi ve onu yönetmekle yükümlü olan eğitimli beyaz yakanın ortaya çıkması; emeğin karşılığı, adalet, edebiyat, aşk, yeni evlilik anlayışı ve bireylerin karşısından beklentileri, toplumsal roller, yeniden şekillendi. Buna en basit haliyle modern devlet ve onu ayakta tutan burjuva ahlakı diyebiliriz.

son 100-150 yılda hayatımızı şekillendiren ve biz insan yığınlarını bir kalıba sokan, uysal bir şekilde hareket etmemizi isteyen ve tam olarak ondan istediğimiz şekilde yaşayabilmemize olanak sağlayan; onun dışına çıkanı akılhastası ya da ‘loser’ olarak tanımlayan bu anlayış.

Bu anlayışa göre herkesin toplumda bir alanda uzmanlaşması, diğer alanlarda da kendini bir uzmana bırakması salık verilir. Eğitim hayatımız buna göre şekillenmiştir. Şehirde doğan insan da, doğadan ve ‘gerçek’ hayatın gerçeklerinden oldukça uzak, bir fanusun içinde, ona dikte edilen gerçekleri benimsemiş bir şekilde eğitilir. Eğer bir de ebeveyni vasatsa, okuldan öğrendiği yarı bilgisi ve hiç olmayan hayat tecrübesiyle,

”kafası yarım kesik bir horoz gibi, çırpınır, bunalır, önüne geleni suçlar; ne istediğini, ne aradığını, daha doğrusu ne halt edeceğini bir türlü tam kestiremez ve kendilerini de, canım yaşamı da ziyan zebil ede ede sönüp giderler.”(1)

Oyun bizi, hem doğasından hem de içinde yaşadığı fanusun gerçeklerinden bi haber kalmış bir ‘yazar’ ile doğanın-hayatın acımasızlığı ve hinliğinin farkında olan ‘hırsız’ kardeşinin çatışması içine bırakır. Yazar olanın komikliği, hayata bu kadar yabancıyken, özünde insanı anlatma derdinde olan bir işe soyunmuş olması. Hırsız olanın da, ondan beklenen talimatları yerine getirmemesinden dolayı, zeki ve cesur olduğu halde, içinde bulunduğu şehirde ‘loser’ olması.

Yani düzen senden zeki ve cesur olmanı değil, onun senden istediklerini harfiyen yerine getirmeni beklemekte. Bu sayede kabul edilebilirsin. Çok da emin olma. Her şeyi yapsan bile, sandalyeler dolmuş ve ayakta kalmış olan sen olabilirsin.

Tüm buna karar verecek olan da, aklı bir karış havada, babadan zengin bir züppe olabilir. Bu kentin burçları içinde söz sahibi olmak için sermaye sahibi olman yeter.

Oyun tam da bu düğümün ortasında bir modern toplum eleştirisine girişiyor ve tarafları önümüze atarak bu eleştiriye ortak olmamızı sağlıyor.

Sürekli aynı pencereden bakıp, toplumun istediği gibi düşünerek, gerçekten bi haber yaşayıp, birilerinin iki dudağı arasında yaşamak mı; yoksa insan olarak kendimize dönüp, ne istediğimizi gerçekten bilerek özgürleşmek mi?

Büyük bir çoğunluğumuz muhtemelen birincisini tercih edecek. Çünkü buna mecburuz. Başka şansımızın olmadığına da inandırılmışız. Belki de öyleyiz. Modern hayatın nimetlerinden hangimiz vazgeçebiliriz? Yani bu deveyi gütmeye devam edeceğiz.

Oyun çeviri olduğu halde hiçbir anında çeviri olduğunu düşündürmedi. Bu haliyle oldukça başarılı ve Türkçe’nin esnekliği çoğu yerde kullanılmış. Özellikle mizah unsuru olarak. Bu yönüyle akıcıydı fakat oyunun son 15 dakikası, muhtemelen oyunun kısaltılmışı olması sebebiyle, hem havada kalıyor hem de özündeki ana meseleden uzaklaşmış hissi yaratıyor. Final kısmı pek kotarılamamış gibi. ‘Yapımcı’ bir tipten öteye geçemedi. Muhtemelen bir sektör eleştirisi olarak kullanılmak istenmiş. Anne karakteri oyunu daha derinlikli bir noktaya çekmeye yardımcı olabilirdi. Orijinalinde nasıldı bilmediğimden, bir şey söylemek de güç.

Oyun bu haliyle ve iyi oyunculuklarla izlenmeye değer. Fakat büyük açık hava sahnelerinde oynamaya müsait bir oyun değil. Arkalarda oturan ve sahneyi net göremeyen insanların oyundan kopması muhtemel. Oyuncuları da anlıyorum, popülaritelerini bir şekilde maddiyata dönüştürmeye çalışıyorlar, bunu yadırgamıyorum, ve en azından yine böyle bir derdi olan oyunu seçmiş olmalarından dolayı tebrik ederim. Çok vasat ve sırf tiyatro olsun diye bir oyun seçip, yine salonları doldurabilirlerdi. Emeği geçenlere teşekkürler.

(1) ‘Limonata ve Rafadan Yumurta’ Köşe Yazısı, Çetin Altan

Önerilen Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir